”Bu öyle alelâde bir taarruz değil, herkesin başarılı olmak veya ölmek azmiyle harekete hazır olduğu taarruzdur. Size ben taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
18 Mart, bir milletin yeniden uyanışının ilk günüdür. Baharın habercisidir, hürriyet baharının.
Savaşlarla yorgun düşürülmeye çalışılan, elindeki az mühimmatla mağlup olacağına kesin gözüyle bakılan bir milletin; akıl, birlik, strateji ve inançla neler başaracağının kanıtıdır.
Dünya tarihine Türklerin askeri zekâsının altın harflerle yazıldığı şanlı gündür.
Çanakkale, daha önce yaşanmamış bir savaşa tanıklık etmiş toprakların adıdır. Okyanus ötesinde yaşayan çocuklara kucak açmış, kendi Mehmedinden ayırmamış, bağrına basmış toprakların adıdır. Eşi benzeri görülmemiş bir kardeşliğin, insanlığın, merhametin adıdır Çanakkale.
Mustafa Kemal Paşa, “Bu memleketin topraklarında kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır,” sözüyle emperyalizme tokadını atmış, onu tüm dünyanın gözü önünde yere sermiştir.
Zaferimizin 106’ncı yılında sayfalarımızı bu şanlı Zaferimize ayırdık. Deniz Kuvvetleri Komutanımız Oramiral Adnan Özbal’ın MarineDeal News okuyucularına özel değerlendirmesiyle başlayan bu özel dosya çalışmamızda, alanında uzman ve saygın isimler 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’ni kazanmanıza giden yolu ve bu büyük başarıdaki askeri stratejileri farklı açılardan değerlendirdiler.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ön sözü Çanakkale Zaferimizle gururluyuz. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahraman milletimize minnet borçluyuz. Andımızdır ki, kahraman askerimizin ve tüm şehit büyüklerimizin bu kutlu emanetini de sonsuza kadar sahip çıkarak koruyacağız.
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimiz kutludur. Coşkuyla kutlanmalıdır.
Kutlayalım…
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Adnan Özbal:
Çanakkale, deniz gücünün önemi hakkında aldığımız derslerin en büyüğüdür
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Adnan Özbal, vatan toprağını denizden savunmasıyla tüm dünyayı etkileyen ve tarihin akışını değiştiren Büyük Atatürk ve kahraman Türk askerinin Çanakkale Deniz Savaşları’ndaki kararlı azmini, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimiz için verdiği onurlu mücadele ile düşmana “Çanakkale geçilmez” dedirten ‘Türk deniz gücü’nün deniz harp tarihimizdeki ve günümüzdeki önemini sadece MarineDeal News okuyucularına özel değerlendirdi
Bulunduğumuz coğrafyada var olma mücadelemizin en önemli olaylarından birisi, bundan tam 106 yıl önce Çanakkale’de yaşanmıştır.
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi, Türk Deniz Harp Tarihinin en büyük zaferlerinden olmakla birlikte, İtilaf Devletleri’nin “Doğu Sorunu” adını verdikleri “Türk Milleti’ni Anadolu’dan tamamen atma” planlarını boşa çıkaran Türk tarihinin dönüm noktası zaferlerinden biridir.
- Bu zafer, Türk milletinin yeri ve zamanı geldiğinde, mücadele azminin doruk noktasına ulaşacağının ispat’ ve aynı zamanda devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün askeri kariyeri için bir mihenk taşıdır.
- Çanakkale Deniz Savaşları, üstün teknoloji ve ateş gücü ile denizden taarruz eden düşmana karşı, kısıtlı imkânlara sahip olan Türk askerinin kahramanlığı sayesinde zaferle sonuçlanan ve dünya harp tarihinde önemli yere sahip bir savunma harekâtıdır.
- Boğaz’ı geçmek suretiyle, İttifak grubunda Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti’nin başkentini işgal ederek savaş dışında bırakmak ve Rusya ile doğrudan temasa geçerek savaşı kısa sürede bitirmek isteyen İngiltere ve Fransa, çağının en büyük ve en güçlü donanmasıyla 3 Kasım 1914’ten itibaren yüksek ateş gücüyle Boğaz’ı zorlamaya başlamıştır.
İtilaf Devletleri’nin deniz harekât planına göre bir hafta önce mayınlardan temizlenmiş olan Çanakkale Boğazı’nın bütün savaş gemileri kullanılarak geçilmesi hedeflenmiştir. Fakat NUSRET mayın gemisinin Karanlık Liman Bölgesi’ne döktüğü 26 mayın, deniz harekâtının gidişatını değiştirmiştir.
18 Mart günü Boğaz’a girmeye başlayan İngiliz ve Fransız müşterek savaş filosu, NUSRET’in döktüğü mayınlar ve Boğaz’ın iki yakasındaki mevzilerden açılan yoğun ateşle ağır kayıplar vererek geri çekilmek ve deniz harekatına son vermek zorunda kalmıştır.
Yaklaşık 4,5 ay süren deniz harekâtı sonrasında yaşanan bu bozgun İtilaf Devletleri’ne karadan destek almaksızın deniz unsurlarıyla Boğaz’ın geçilemeyeceğini göstermiştir.
Boğaz’ı deniz yoluyla geçemeyeceğini anlayan İtilaf Devletleri, Gelibolu Yarımadası’nı karadan geçebilmek maksadıyla, 25 Nisan 1915 tarihinden itibaren Seddülbahir, Kumkale ve Kabatepe’ye asker çıkartarak harbin Kara Muharebeleri safhasını başlatmıştır.
9 Ocak 2016 tarihine kadar devam eden Çanakkale Kara Muharebeleri, 19’uncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in özellikle Anafartalar ve Arıburnu Muharebelerinde sergilediği liderlik ve Türk askerinin üstün cesareti neticesinde, Gelibolu Yarımadası’nın düşmandan temizlenmesi ve savaşın kazanılmasıyla sonuçlanmıştır.
Yaratıcı fikrin, azim ve iradenin deniz harp tarihindeki en güzel örneklerini veren NUSRET mayın gemisi, MUAVENET-İ MİLLİYE muhribi, SULTANHİSAR torpidobotu, eski gemilerden sökülerek sahile konuşlandırılan top bataryalarında harbe katılan ve denizdeki mayın mâniaların’ tesis eden kahramanlar, Çanakkale Deniz Zaferi’ne isimlerini altın harfler ile yazdırmıştır.
Çanakkale muharebeleri, yakın tarihimizde deniz gücünün önemi hakkında aldığımız derslerin en büyüğüdür.
Bu savaş, düşmanı ve tehditleri güçlü bir deniz kuvveti ile ilerde konuşlanarak karşılayamayan bir ülkenin, savaşı kendi topraklarında kabulleneceğini, bunun sonucu olarak insan ve materyal kayıplarının büyüyeceğini göstermiştir.
Sonuçları bakımından, etkileri dünyayı saran bu büyük mücadelede elde edilen zafer, yeni bir dönemin de kapısını aralamıştır. Şanlı tarihi boyunca insanlığa örnek olmuş Türk milleti, Büyük Önder ATATÜRK’ün rehberliğinde, aralanan bu kapıdan ilerleyerek, bağımsız ve çağdaş bir devlet kurma hedefine ulaşmıştır.
Bu duygu ve düşüncelerle, başta bugünlere ulaşmamızı sağlayan Büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları olmak üzere, bu vatan ve bayrak uğrunda gözlerini kırpmadan canlarını feda eden aziz şehitlerimizi ve ebediyete intikal etmiş olan gazilerimizi rahmet, min-net ve şükranla; gazilerimizi saygıyla anar, tarihi boyunca ordusuna her zaman destek olan yüce Türk milletine şükranlarımızı sunarız.
Çanakkale Savaşı Deniz Harekâtı, 18 Mart Deniz Zaferi ve Denizaltı Harekâtı
- Tuğamiral (E) Ali Çekiç, Çanakkale Deniz Savaşları’nda Türk ve İtilâf Devletleri’nin denizaltı faaliyetlerini ve denizaltıların savaşa olan etkilerini MarineDeal News için kaleme aldı
- Bu savaşın başında, birçok bilinmeyen vardı…
Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan, İngiltere’den, Fransa’dan, Hindistan’dan, Senegal’den ve diğer milletlerden savaşa katılanlar ile onların askerleri de Çanakkale Savaşı’na, onların deyimiyle “Gelibolu seferlerine” katılmadan önce, binlerce kilometre uzaklıktaki ne Çanakkale’nin ne Boğazı’nın ne de Gelibolu’nun nerede olduğunu biliyorlardı. Türkiye’nin, Anadolu’nun neresi olduğunu, neden gittiklerini de bilmiyorlardı. Ve kiminle savaşacaklarını da…
- Bouvet zırhlısındaki Fransız, Ocean ve Irresistible’daki İngiliz denizciler, 18 Mart 1915’te mezarlarının Çanakkale Boğazı’nın tuzlu suları olacağını bilmiyorlardı.
- Amiral de Robeck, harekâttan bir gün önce göreve getirildiği İtilâf Devletleri Filo Komutanlığı’nda, bir gün sonra büyük bir bozguna uğrayacağını bilmiyordu.
- Fransız Amiral Guepratte, hatalı rapor veren Yüzbaşı oğlunun idam kararına imza atacağını bilmiyordu.
- Büyük cesaretle planlanan ve taktik bir harekâtla Nusrat mayın gemisi tarafından dökülen 26 mayının stratejik kayıplar yaratacağını bilmiyorlardı.
- Mustafa Kemal gibi müstesna bir askerin, bütün kara harekâtı planlarını bozacağını ve alt üst edeceğini bilmiyorlardı.
- Gelibolu’da az sayıdaki Türk askerinin, her türlü olumsuz şarta rağmen eşi görülmemiş bir şekilde denizden yapılan Marmara ve Boğazlar lojistik nakliyatıyla ve yüzlerce seferle, onlarca tümenlik bir güce çıkarılacağını bilmiyorlardı.
- Bilemeyecekleri daha o kadar çok şey vardı ki o bilinmeyenler, bir bilineni tekrar tarihe ve bilmeyenlere öğretti.
Çanakkale Deniz Savaşları Tahkimatı
“Çanakkale geçilmez”
Çanakkale ve Boğazı tarih boyunca birçok ulusun geçişine ve savaşlara tanıklık etmiştir. 1915 savaşları da bu tarihsel zincire aynı coğrafyada takılmış güçlü bir halkadır.
“Şark Meselesi” fikri ile hareket eden Batılı güçler; jeopolitik konumu, hammadde kaynaklarına yakınlığı, geniş toprakları nedeniyle Osmanlı Devleti’ni her zaman paylaşmak istemiş, Rusya da sıcak denizlere ulaşmasına engel gördüğü için daima aynı hedefi gözetmiştir.
O dönemde Rus buğdayının batıya nakli, Rusya’ya da batıdan silah ve cephane sevk edilmesi gerektiğinden, Rusya’ya ulaşmak için alternatif yollar değerlendirilmiş ve en uygun yolun Çanakkale deniz yolunun kuvvet kullanılarak geçilmesi olduğuna karar verilmiştir.
Bu harekâtı İngilizlerin aklına esasen Yunanlılar sokmuştur. Öyle ki, Yunanlılar tüm askeri gücünü Rusya, Fransa ve İngiltere’den oluşan müttefik kuvvetlerin emrine vermeyi önerir.
Rusların ve Yunanlıların Boğazlar ve çevresi üzerinde menfaat çatışmalarının olduğu, iki ülkenin de Türk Boğazları’na sahip olmayı uzun zamandır istediği bilinen bir gerçektir.
Çanakkale harekâtı fikrinin yaratıcısı ve savunucusu durumunda olan Bahriye Bakanı Churchill’in çabaları sonucunda İngiliz Hükümeti de Çanakkale Boğazı’na karşı girişilecek harekâtın planlarını kabul etmiştir.
Çanakkale’yi deniz gücü ile aşma görevi verilen Amiral Carden’in emrinde toplamda 102 parça dünyanın en büyük armadası tarihte ilk defa bir araya getirilerek toplanır.
Müttefik Deniz Kuvvetleri Şubat 1915’ten itibaren üs olarak seçilen Yunanistan’ın Limni Adası’na ve Selanik Limanı’na gelmeye başlarlar.
Bu esnada Osmanlı İmparatorluğu ise harpten önce çok ihmâl ettiği Çanakkale Boğazı savunma sistemini geliştirmeye başlar. Bu nedenle önce sahil bataryaları elden geçirilir. Bu bataryalar iç ve dış savunma hattı olmak üzere iki grupta toplanır.
Meteorolojik tahmin, harekâtın 18 Mart günü yapılabileceğini göstermektedir. Boğaz’ı zorlayan filonun komutanı Amiral Carden durumdan çok ümitlidir, hatta emindir. Nitekim 2 Mart 1915’te Amirallik Birinci Lordu Churchill’e gönderdiği telgrafta “14 gün sonra İstanbul’dayız” diye yazar, meteorolojik tahminin dışında tahmin edemedikleri sürprizlerden habersiz olarak…
Nusrat Mayın Gemisi
Tüm masrafı Osmanlı Donanma Cemiyeti tarafından karşılanan ve Türk mühendislerince Taşkızak Tersanesi’nde yapılan son 26 mayın, İstanbul’dan Selanik gemisi ile getirilmiş ve Yzb. Hakkı Bey komutasındaki Nusrat mayın gemisine yüklenmiştir.
O dönemde Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı olan Cevat Paşa’nın verdiği “mayın hattı döşenmesi” emrini yerine getirmek üzere 360 tonluk Nusrat, 7-8 Mart 1915 gecesinin şafağında Müstahkem Mevki Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Hafız Nazmi Bey’i de hamilen kalktığı seyirle bu mayınları müttefik donanmasının manevra sahasına, Erenköy önlerindeki Karanlık Liman’a sahile paralel olarak, büyük bir gizlilik içinde döker. Hattın bu şekilde tesis edilmesinde; düşman gemilerinin bombardıman sonunda mevki değiştirme manevralarını Erenköy Koyu’ndaki Karanlık Liman’da yapmalarının, çok iyi değerlendirilmesi etkili olmuş ve müttefik gemilerinin manevra sahasının kirletilmesi ile baskın tesiri yaratılması hedef alınmıştır. İtilâf Devletleri mayınlar döküldükten sonraki 10 günlük süre içerisinde bu yeni mayın hattının varlığından haberdar olamamışlardır. İngiliz tarihçi Oglander “Büyük Harbin Tarihi Gelibolu Askeri Harekâtı” adlı eserinde, “Pek müsait başlamış olan gün, bu meçhul mayın hattının o fevkalâde ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu 26 mayının deniz savaşının talihi üzerindeki tesiri ölçülemez” demiştir.
Churchill’e çektiği telgrafta “14 gün sonra İstanbul’da” olacağını belirten Amiral Carden, 14 gün sonra ancak Londra’da olabildi. Uykusuzluktan ve sinirden hastalanan Amiral Carden doktorların tavsiyesi ile 12 Mart 1915 günü görevinden istifa etti. Yerine 17 Mart 1915 günü yani harekâttan bir gün önce Amiral de Robeck atandı.
Çanakkale: İlklerin savaşı
Birinci Dünya Savaşı'nda (1914-18) Çanakkale Cephesi, Türkiye'nin yaşadığı en yoğun ve teknolojik-stratejik savaş olarak tarihe geçti. Her iki saftaki askerlerin direnci ve kayıplarıyla destanlaşan bu cephe, dünya savaş tarihi açısından ilklerle doluydu.
Tarihin o güne kadar kaydetmediği bir teknoloji ve savaş biçimi, Çanakkale'de gündeme gelmişti. Kara, hava, ve deniz güçlerinin aynı anda, birlikte katıldığı bu denli yoğun bir savaş o güne kadar yaşanmamıştı.
Çanakkale; denizde amfibi harekâtının ve uçak gemilerinin, havada savaş uçaklarının ve sabit balonların, karada o güne kadar tarihin yazmadığı bir yakınlıkta siper savaşlarının bir arada ve görülmemiş bir şiddetle yaşandığı bir savaştı.
Dünya tarihinde kara, hava ve deniz güçlerinin yoğun koordinasyonuna ilk kez bu savaşta tanık olundu. Kara uçaklarının yanı sıra deniz uçakları devreye sokuldu. Uçak gemileri ve sabit balonlar, amfibi ve kara harekâtını sürekli desteklediler. Denizaltılar, donanmaların ayrılmaz bir parçası haline geldi.
Tüm bu yenilikler, siper savaşı ile ünlenen Birinci Dünya Savaşı'nın diğer veçhelerini oluşturdu. Donanma ve ordu, o güne kadar büyük ölçüde bağımsız hareket eden iki savaş gücüydü. Çanakkale Harbi, savaşta koordinasyonun önemini ilk kez kanıtladı. Donanma ve ordu harekâtında hava gücünün önemi, yine burada gündeme geldi.
Savaş teknolojisi ve yöntemi açısından Çanakkale, yeni bir sayfa açtı.
Donanma ve ordu, o güne kadar büyük ölçüde bağımsız hareket eden iki savaş gücüydü. Çanakkale Harbi, savaş esnasında koordinasyonun önemini ilk kez kanıtladı. Donanma ve ordu harekâtında hava gücünün önemi, yine burada gündeme geldi. Savaş teknolojisi ve yöntemi açısından Çanakkale, yeni bir sayfa açtı.
Çanakkale Harbi'nin en büyük özelliği, geçmişin savaşları gibi bir meydan muharebesi olmayışıydı. Savaşılan mevki, coğrafyaların belki de en engebelisiydi. Ne Kanal Harekâtı ne de Filistin Cephesi benzer bir konumdaydı. Buna karşılık, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının son derece stratejik bir anlamı vardı.
Payitahtın gerçek kapısı olan Çanakkale düşerse, İstanbul'un da düşmesi ve Osmanlı İmparatorluğu'nun saf dışı kalması kaçınılmazdı.
İtilaf devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya) için ise Osmanlı'yı çökertmenin, Balkanlar'ı kendi safına almanın, Rusya'ya silah ve mühimmat göndermenin ve karşılığında buğday almanın, bu arada dolaylı biçimde Bolşevik Devrimi'nin önüne geçmenin tek koşulu Çanakkale'yi geçmekti.
İşte bu nedenle savaşan iki kutbun lider ülkeleri Almanya ve İngiltere, savaş yıllarında Çanakkale'ye ayrı bir önem atfetmişlerdi. Almanya, Osmanlı Devleti’nin savunulması açısından Çanakkale'nin ne denli önem taşıdığını görmüş ve buranın müstahkem bir mevki olmasının gerekliliğini, savaşın ilk gününden itibaren kabul etmişti.
İngiltere'de ise özellikle Winston Churchill, daha savaş başlar başlamaz ilk düşürülmesi gereken yerin Çanakkale olduğunda ısrar etmişti. İngiliz Genelkurmayı, salt donanma ile Çanakkale'nin aşılabileceği kanısında değildi; er ya da geç Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmak gerekecekti.
Nihayetinde Churchill, fikrini kabineye ve askerlere kabul ettirmeyi başardı.
Neden Çanakkale?
Çanakkale Harbi'nin bu denli yoğun yaşanması, her iki tarafın da Çanakkale'nin önemi konusundaki fikir birliğinden kaynaklanıyordu. Çanakkale, daha doğrusu her iki boğaz, Cihan Harbi’nden önce de, yüzyıllardır uluslararası ilişkilerin ana konularından birini oluşturmuştu.
Akdeniz ile Karadeniz arasındaki Boğazlar, denizyollarının kolaylıkla denetlendiği geçitler olarak biline gelmişti. Bu nedenle dünya denizcilik tarihinde ayrı bir boğazlar tarihinden söz etmek mümkündü. Süveyş, Le Sund, Cebelitarık bunların somut örnekleriydi.
Boğazların Osmanlı egemenliğinde kalması, yüzyılı aşkın bir süre, sadece uluslararası dengeler sonucu mümkün olmuştu.
Oysa 19. yüzyılda ahşap gemilerin yerini zırhlı savaş gemilerinin almasıyla birlikte Boğazları savunmak giderek güçleşmişti. Boğazlar, ancak top teknolojisindeki gelişmeler ve mayın, çelik ağ ve benzeri yeni savaş teknolojilerinin gündeme gelişiyle tekrar savunulabilir konuma gelmişti.
Klasik döneminde kadırgaları Akdeniz'in dört bir yanını denetlerken, teknolojinin deniz gücünü hızla dönüştürmesiyle birlikte Osmanlı, bu olanaktan yoksun kalmıştı. Balkan Harbi (1912-13) sırasında alınan İmroz ve özellikle Mondros yenilgileri, donanmanın önemini bir kez daha kanıtlamıştı.
Yunanistan'ın Averof zırhlısı, Cezayir-i Bahr-i Sefid yani Akdeniz Vilayeti'nin tüm adalarını teker teker ele geçirirken Osmanlı, bu gelişmelere seyirci kalmanın dışında bir şey yapamamıştı.
Peki ama İtilaf devletleri, savaşla birlikte neden Çanakkale'ye öncelik vermişlerdi? Çünkü İtilaf devletleri için Çanakkale Boğazı'nın ele geçirilmesi ve İstanbul'un düşmesi, Osmanlı Devleti'ni barışı kabule zorlama açısından çok önemliydi.
Osmanlı Devleti'nin savaştan çekilmesi ve İtilaf devletlerinin Boğazlara yerleşmesi, Balkan devletleri ve özellikle Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya üzerinde de etki yapabilecek ve henüz savaşa girmemiş bu devletler, Almanya'nın başını çektiği İttifak'tan uzak tutulacaktı.
Öte yandan Çanakkale, İtilaf devletleri için Doğu'ya açılan pencereydi. Orayı ele geçiren, tüm Karadeniz'i, Rusya'yı, Kafkasları, Orta Asya'yı, hatta Trabzon-Tebriz yolu üzerinden İran'ı denetleyebilirdi.
Çanakkale'nin İtilaf devletleri nezdinde, en az Süveyş Kanalı kadar önemi vardı. Savaşın bu denli yoğun yaşanmasının temel nedeni de işte burada yatıyordu.
Hiçbir saldırgan güç, savaşmak için bu denli engebeli bir coğrafyayı, stratejik önemi dışında başka bir gerekçeyle seçmiş olamazdı. Nitekim kara harekatı bunu kanıtladı.
Aradaki mesafenin 7-8 metreye kadar indiği siper savaşları, daha önce dünyanın başka herhangi bir yerinde görülmemişti ve tam anlamıyla bir ölüm kalım mücadelesiydi.
Çanakkale'de her iki taraf için de siperin gerisi yoktu. Bir tarafta deniz, öbür tarafta yalçın sırt… Siper, tam bir kapandı ve asker yerinde mıhlanmıştı.
Safların iç içe geçtiği siper savaşı, Çanakkale'de bir kıyıma dönüştü; ölüm artık bir yazgıydı.
Çanakkale ve beşeri sermaye
Çanakkale Savaşı'nda her iki taraf da büyük kayıplara uğradı. Cihan Harbi yıllarında, bundan daha yüksek kayıpların yer aldığı cepheler vardı. Fakat Osmanlı'nın verdiği kaybın niteliği farklıydı.
Gelişmiş ülkelerin kendi aralarındaki didişmelerde, cephede bilfiil çarpışanlar, o ülkelerin işçisi ve köylüsü, bir başka değişle alt katmanlarıydı.
Bu yüzden komuta ile cepheye sürülen askerin sınıfsal nitelikleri, ileriki yıllarda en azından edebiyatta işlenen konulardan biri olmuştu. Kimilerine göre aristokrasi, askerini bozuk para gibi harcamış, onları gözü kara cepheye sürmüştü.
Öyle ki Birinci Dünya Savaşı sırasında imkansız bir saldırı emrine uymayı reddeden askerlerin hikayesini anlatan Paths of Glory (Zafer Yolları -1957) filmi, işte bu nedenle uzun yıllar Fransa'da gösterime girememişti.
Çanakkale'de savaşmış güçler arasında bugün oluşmuş dostane ilişkilerin zeminini, orada paylaşılan kader birliği oluşturdu. Ölüme yakın insanların birlikteliği, o zamana dek başka cephede gözlemlenmemişti. Dünyanın iki ucundan karşı karşıya gelen insanlar, o güne dek kendilerini bu denli yakın hissetmemişlerdi.
Oysa Çanakkale'de Osmanlı saflarındaki beşeri unsur, son derece demokrat bir nitelikteydi. Toplumun her katmanı; okumuşu, aydını, çiftçisi, köylüsü silaha sarılmıştı. Bu denli nitelikli insanın kırıldığı bir başka cepheden söz etmek olanaksızdı.
Çanakkale Harbi, Osmanlı beşeri sermayesinin hızla tüketildiği bir savaş alanı olarak tarihe geçti. Bu tükeniş on yıllarca etkisini göstermiş; Cumhuriyet Türkiyesi, yeni bir ulus devlet inşa sürecinde, yitirilen beşeri sermayenin yokluğunu her an yaşamıştı.
Harbiyelisinden Mülkiyelisine, Tıbbiyelisinden İdadî ve Sultanî öğrencisine, silah altına alınmış genç ve aydın bir zümre Çanakkale'de şehit düşmüştü.
Çanakkale'de savaşmış güçler arasında bugün oluşmuş dostane ilişkilerin zeminini, orada paylaşılan kader birliği oluşturdu. Ölüme bu denli yakın insanların birlikteliği, o zamana dek başka bir cephede gözlemlenmemişti.
Dünyanın iki ucundan karşı karşıya gelen insanlar, o güne kadar kendilerini bu denli yakın hissetmemişlerdi.
Atatürk'ün Çanakkale'de hayatını kaybeden İtilaf askerleri ile ilgili sözleri ya da Çanakkale'deki yaralı ANZAK (Australia New Zealand Army – Avustralya Yeni Zelanda Kolordusu) askerini taşıyan Mehmetçik Anıtı, bunun somut kanıtlarıdır.
Çanakkale Harbi'ndeki yoğunluk, her iki safta da kimlik oluşumunu pekiştirdi. Savaş, bir ölüm kalım mücadelesi olmanın ötesine geçip bilinmeden yazılan destanların öyküsüne dönüştü.
Osmanlı neferi, artık padişahı adına değil, bilfiil kendi toprağı, yurdu için savaşmaktaydı. Milli Mücadele'nin temelleri bir anlamda Çanakkale'de atılıyordu. ANZAK ise bu savaşla birlikte kimlik arayışına girdi.
Büyük Britanya İmparatorluğu'nu sorgulamaya başlamış, uzak diyarlarda kendi kimliğini oluşturmuştu.
Prof. Dr. Zafer Toprak, Boğaziçi ve Koç Üniversiteleri Öğretim Üyesi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.
Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu'ndan (SOAS-LSE) yüksek lisans derecesi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden doktorasını aldı. Londra, Minnesota (ABD) ve Paris Üniversitelerinde dersler verdi.
Bilim Akademisi üyesi olan Toprak'ın kitaplarından bazıları şunlardır: 'Darwin'den Dersim'e Cumhuriyet ve Antropoloji' (Doğan Kitap, 2012), 'Türkiye'de Milli İktisat 1908-1918' (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2012), 'Türkiye'de Popülizm 1908-1923' (Doğan Kitap, 2013) ve 'Türkiye'de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm 1908-1935' (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2015).
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.